SONE 1 - 15

Eserin Adı: Soneler
Yazar: William Shakespeare
Çeviren: Talât Sait Halman

SONE I (1)

Artmasını isteriz en güzel varlıkların
Güzelliğin gül yüzü solmasın diye asla,
Bir güzel, yaşlanıp da göçünce bugün yarın
Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla;
Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin,
Kendi ateşin besler ruhunun alevini;
Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin,
Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini.
Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün,
Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır,
Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün,
Pintiysen, ince köylü, kendi sonun yaklaşır.
Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak
Varlığın da mezar da güzelliği yutacak.

SONE IV (4)

Savurgan güzel, nedir bu kendine harcaman
Senin mirasın olan güzellikleri böyle?
Doğa temelli vermez, ödünç verir her zaman:
Eli açık olana borç verir içtenlikle.
Böyle yanlış kullanmak olur mu, güzel pinti,
Miras bırakman için sana bırakılanı?
Kâr etmeyen tefeci, bu koskoca serveti
Niye tüketiyorsun yaşatmak varken canı?
Meraklısın kendinle içli dışlı olmağa;
Bu, tatlı benliğini sırf aldatmağa yarar.
Vaktin geldi diyerek seni çağırsa doğa
Vereceğin hesapta elle tutulur ne var?
Kullanmazsan gömülür güzelliğin seninle,
Kullanırsan vârisin olur da sürer böyle.

SONE VII (7)

Bak, o cânım aydınlık kaldırırken doğudan
Alev alev başını, çevrilir bütün gözler
Onun taptaze doğan güzelliğine, hayran–
Ve kutsal görkemine hizmet etmeyi özler.
Sarp yamaçtan çıkarken göklerin tepesine
Gençliğinin gücünü andırır orta yaşı:
Gül yüzüne o fani bakışlar tapar yine,
Altın yolculuğunda hepsi onun yoldaşı.
Yorgun arabasıyla doruğa çıkar çıkmaz
Yaşlılık çağı gelmiş gibi bırakır günü:
Üstünden ayrılmayan gözler ona hiç bakmaz,
Başka yerleri süzer, izlemez çöküşünü.
Sen de kendi öğle’nde ölüp gözlerden ırak
Unutulmaktan kurtul – bir oğul yaratarak.

SONE X (10)

Yazık! hem kıyasıya harcıyorsun kendini,
Hem gönlün yeltenmiyor hiç kimseyi sevmeye.
Biliyorsun, saymakla bitmez sevenler seni,
Ama besbelli sen aşk duymuyorsun kimseye.
Öldüren bir nefrettir yüreğindeki şeytan:
Hiç umurunda değil kazsan kendi kuyunu,
Çekinmezsin güzelim can evini yıkmaktan
Onarmak olmalıyken asıl amacın onu.
Sen tutum değiştir de cayayım düşüncemden,
Yumuşak bir sevgi koy nefret yerine bir yol;
Göründüğün gibi ol: cömert, sıcak, sevecen;
Hiç değilse kendine yumuşak yürekli ol.
Aşkım uğruna bir “sen” daha yarat kendine:
Güzellik onda veya sende yaşasın yine.

SONE XIII (13)

Ah, sen keşke sen olsan! Ne var ki, canlar canı,
Sen değilsin sen, ne de burda yaşayan sensin.
Dilerim şu yaklaşan ecele hazırlanmanı;
Güzel yüzünü başka birine vermelisin.
Şu emanet güzellik böylece son bulmazsa,
Benliğin, sen öldükten sonra yaşatır seni;
Bir çocuğun olursa sürdürür, hiç olmazsa,
O tatlı varlığıyla senin güzelliğini.
Kimse cânım bir evi bırakmaz çürümeye
Görkemini şerefle ayakta tutmak varken,
Kış günlerinde azgın bora öldüresiye,
Sonsuz ecel ayazı, onu yaman sarsarken.
Ah! bu israf, sevgilim. Sen kendinden bilirsin:
Babam var diyorsun ya; bırak, oğlun da desin.

SONE II (2)

Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğinin kibirli, süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencillik utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
“Benim güzel çocuğum beni kurtarır,” dersen
“Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra,”
Güzelliğinin onda sürdüğünü göstersen.
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını,
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.

SONE V (5)

Her gözün takıldığı o biriçimsu yüzü
Özenle, incelikle yaratan şu saatler
Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser.
Durmak bilmez zaman, yaz’ı söküp götürür,
Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak;
Özsu, ayazda donar, sağlam yapraklar çürür:
Güzellik kar altında, her yöre çıplak, çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz,
Cam duvarlar içine kapatmamışsa onu,
Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz:
Gelir, kendisi gibi, anılarının sonu.
Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek
Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek.

SONE VIII (8)

Sen ki müziksin, müzik dinlerken hüznün niye?
Tatlılar kavga etmez; sevinç, sevinçle coşar.
Sana zevk vermeyene katlanırsın ne diye?
Can sıkanı bağrına basmakta ne anlam var?
Birbirine eş olan hoş seslerin uyumu
Yine de kulağına sıkıntı mı veriyor?
Bil ki ahengin sana tatlı bir sitemi bu:
“Parçaları dinleyip tümü unuttun,” diyor.
Dinle, iyi bir koca gibi, tek bir tel nasıl
Yaratırsa eşiyle birlikte hoş bir ezgi,
Baba, çocuk ve mutlu ana, yapıyor fasıl:
Kulakları okşuyor tek bir sesin ahengi.
O sözsüz şarkı sanki tek bir ağızdan sana
“Değerin olmaz,” diyor, “yaşarsan tek başına.”

SONE XI (11)

Gençliğin günden güne kalırken gerilerde
Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini,
Dinçken hayat verirsen o körpe can ilerde
Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni.
Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı;
Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek yer altında:
Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları,
İnsanlık sona erip giderdi üç batında.
Dünya çoğaltmak için doğmayanlarla dolu,
Kaknem, kakavan, kaba: kısırlıktan bitsinler;
Yaradan vermiş sana en iyiyi, en bolu,
Bu cömert armağana cömertçe karşılık ver.
Seni kendine mühür yapmış, bunu böyle bil:
Sen de eşler yap diye, ölüp git diye değil.

SONE XIV (14)

Yıldızlardan derlemem vardığım yargıları,
Oysa müneccimliği enikonu bilirim;
Ama anlatmam iyi ve kötü yazgıları:
Ne afet ve kıtlıklar, ne altüst olan mevsim.
Anlara fal bakamam, geleceği göstermem;
Söylemem kime şimşek, yağmur ve rüzgâr kısmet,
Tahta geçeceklere ikbal müjdesi vermem
Gök kubbede bulsam da türlü türlü alamet.
Senin gözlerindedir bildiğim her ne varsa,
O değişmez yıldızlar kaynağıdır sanatın,
Birlikte yaşar gerçek ve güzellik yaşarsa;
Sen sürdür varlığını, sürüp gitsin kaç batın.
Yoksa, senin gelince sonun –bu falcı bilir–
Gerçekle güzelliğin kıyamet günü gelir.

SONE III (3)

Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle:
Sıra gelmiştir artık bir taze yüz yapmana,
Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle,
Yeryüzü yoksun kalır, lanetlenir bir ana.
Hiçbir güzel var mı ki el sürülmemiş rahmi
Senin sürdüğün çiftin ekinini tepecek?
Sırf kendini sevmenin mezarını ister mi,
Geleceği ahmakça durdurur mu bir erkek?
Sen annenin aynası olmuşsun da o sende
Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını;
Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende
Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını.
İstersen ki varlığın unutulsun ve bitsin,
Bir kuru başına öl, izin de ölüp gitsin.

SONE VI (6)

Ne yap yap, kurban gitme kışın zalim eline:
Özün arıtılmadan, yaz’ı almasın senden;
Bir şişeye bal akıt, bir yere bir hazine
Sun güzel hazinenden, kendin sona ermeden.
Bu iş haram değildir, tefecilik de değil:
Sevinç verir gönüllü borç ödeyenlerine–
Görevin bir başka “sen” yaratmaktır, bunu bil;
İşte on kat mutluluk: on gelir bir yerine.
On kat büyük bir görkem doğar gür benliğinden
Ortaya senin eşin on tane sen çıkar da,
Ölüm, eli böğründe kalırdı göçünce sen–
Bırakırdı, yaşardın gelecek kuşaklarda.
Vazgeç inattan: Öyle güzelsin ki, olmasın
Ecel senin fatihin, solucanlar mirasçın.

SONE IX (9)

Bir dulun gözleri yaş dökmesin diye mi sen
Tüketip duruyorsun kendini tek başına?
Ah! ardında hiç çocuk bırakmadan ölürsen
Dünya, dul kalmış kadın gibi yas tutar sana.
Senden dul kaldığında, yaş kurumaz gözünde,
Çünkü senin benzerin gelmeyecek ardından;
Ne var ki başka her dul, çocuğunun yüzünde
Kocasını görür de yeni güç alır ondan.
Savurganların yazık ettiği varlık, ancak
Yer değiştirir, dünya ondan yine zevk alır,
Ama harcanıp giden güzellik son bulacak,
Kullanmadan saklanıp ortadan kalkacaktır.
Kim kendine karşı bu cinayeti işlerse
O insanın gönlünde aşk bulamaz hiç kimse.

SONE XII (12)

Saatler, ben saydıkça geçiyor da peş peşe,
Nurlu gün, bakıyorum, çirkin geceye göçmüş;
Görüyorum soluyor, yaşlanıyor menekşe.
Kapkara büklümleri kaplıyor apak gümüş.
Yapraksız, çıplak kalmış ulu ağaçlar işte;
Sürüleri sıcaktan korurlardı eskiden.
Yeşil yaz ekiniydi: şimdi devrilmiş de,
Aksakal, salkım saçak, şu arabada giden.
Düşünmeden edemem senin güzelliğini:
Sen de çökersin vaktin yıkıp geçtikleriyle,
Çünkü tatlı ve güzel, her şey harcar kendini,
Yetişen tazeleri görüp koşar ecele.
Kimse karşı koyamaz Zamanın tırpanına,
Kendi soyun direnir o kıyarken canına.

SONE XV (15)

Düşünürüm, her şeyin büyüyüp gelişmesi
Kısacık bir an için kıvama varır ancak,
Ne oyunlar sunarsa koca dünya sahnesi
Son söz yıldızlardaki gizli güçte olacak;
Görürüm de bitkiler gibi büyür insanlar,
Aynı gök önce okşar, sonra sarsar onları,
Özsuyla fışkıranlar gitgide düşüp solar.
Artık anılmaz olur dinç yağız zamanları:
Faniliği düşünmek, gerçek gibi bir düşle,
Seni gösterir bana görkeminde gençliğin,
Yıkıcı Zaman, cenge tutuşur çürüyüşle
Senin gençlik gününü şom gece yapmak için;
Zamanla savaşırım senin sevgin uğruna,
O seni kemirse de ben can veririm sana.