SONE 121 - 135
Eserin Adı: Soneler
Yazar: William Shakespeare
Çeviren: Talât Sait Halman
SONE CXXI (121)
Kötü bilinmektense, iyisi mi, kötü ol,
Zaten lekeliyorlar kötü değilsen bile;
Keyif senin hakkındır, ama harcarlar bir yol;
Bizim içimiz temiz, onlar bakar kem gözle.
Yoksa, başka sahte ve kahpe gözler nereden
Çıkarır içimdeki coşkulu, çapkın kanı?
Zaaflarıma bakıp –onlar benden beterken–
Niye kötülüyorlar bence iyi olanı?
Hayır, ben neysem oyum. Bende bunca günah var
Diyenler ayna tutar kendi günahlarına:
Ben ne kadar doğruysam o kadar eğri onlar,
Habis düşünceleri yargı olamaz bana,
Meğerki hepten şuna inansınlar: her yerde
Herkes kötüdür, hem de iktidar kötülerde
SONE CXXIV (124)
Benim aşkım ikbalden rasgele doğmuş olsa
Belki, babası yoktur. Talihin piçi denir;
Onu sevip sevmemek, Çağın keyfîne kalsa
Otlarla ayıklanır, çiçeklerle derlenir.
Hayır, kader kısmetten doğmamıştır bu çocuk,
Onun başına bela değildir ne tantana,
Ne de yaşamdan sille yiyendeki mutsuzluk;
Bağlı kalmaz zamanın iniş çıkışlarına.
Düzen kural tanımaz; kendi başına buyruk,
Kısacık saatlerde bencil çıkarlar bulmaz,
Kendindedir iktidar, ondadır yüce doruk;
Isınmadan da büyür, sağanakta boğulmaz.
Bu sözlerime çağın budalaları şahit:
Hepsi, ömrünce suçlu, ölünce masum şehit.
SONE CXXVII (127)
Eski günlerde güzel demezlerdi esmere,
Güzel sayılsa bile başka olurdu adı;
Ama artık erişti uzak düştüğü yere,
Piçlikle lekelenen güzel hışma uğradı:
Herkes ele alınca Yaradanın gücünü
Çirkini güzel yapan takma yüz yaratılır,
Ne kutsallığı kalır güzelliğin, ne ünü,
Utanç içinde yaşar, bir köşeye atılır.
Onun için dostumun kaşı gözü kapkara,
Uğradığı haksızlık ona yas getirmiştir;
Her yönden eşitse de güzel sarışınlara
Varlığa uzanan dil, günahına girmiştir.
Yasa bürünse bile yaraşır üzüntüler,
Dili dönen kimseler güzel işte budur der.
SONE CXXX (130)
Sevgilimin gözleri değil güneşin dengi,
Mercan daha kırmızı onun dudaklarından;
Kar beyaz da ne diye onun göğsü külrengi,
Saçlar simse fışkırmış kara teller başından.
Ben güller görmüşümdür ya kırmızımsı, ya ak,
Onun yanaklarında öyle güller ne arar;
Cana can katar nice kokuları koklamak,
Sevgilimin soluğu güzel kokmaz o kadar.
Musiki gibi gelir sözleri kulağıma,
Yine de musikinin kat kat büyüktür tadı;
Tanrıça nasıl yürür görmemişimdir ama,
Sevgilim yürüyüp de gök katına çıkmadı:
Şu var ki ozanların boş lafına karnı tok,
Mecazı fos çıkaran, sevgilimin eşi yok.
SONE CXXXIII (133)
Kahrolsun hem dostumda hem bende derin yara
Açarak yüreğime ah çektiren o yürek!
Yetmez mi beni sokman amansız cefalara,
Can dostumun kulluğa kul olması mı gerek?
Gaddar gözlerim beni kopardı benliğimden
Öbür benliğim oldu sana kıskıvrak köle;
O da bıraktı beni, kendi varlığım ve sen–
Ben üç kat işkenceye üç kez katlandım böyle.
Yüreğimi zincirle göğsünün zindanına;
Tut zavallı kalbimi, bırak dostumunkini.
Beni kim hapsederse kalbim bekçidir ona:
Hücremde cendereye koyamazsın sen beni.
Ama zorlarsın, çünkü sende sıkıştım kaldım:
Ben seninim, çaresiz, senindir tüm varlığım.
SONE CXXII (122)
Ezberimdedir senden armağan olan defter,
Aklımda yaşayacak her harfi, her cümlesi;
Değersiz kâğıtlardan koptu yazdığın sözler,
Zamanın ötesinde, sonsuzlaşacak hepsi;
Yeter ki, en azından, şu beyinle şu yürek
Yaşamı sürdürsünler güç alarak doğadan,
Onlar unutkanlığa yenik düşünceye dek;
Senin yazdıklarınsa kalkmayacak ortadan.
Bunca anı saklamak için defter yetişmez:
Aşkının hesabını tutmaya ne gerek var?
Her şeyi göze aldım, defteri attım bu kez,
Böylelikle kazandım daha sağlam anılar.
Deftere bel bağlamak, anmak üzere seni,
Unutkanlar safına çekip götürür beni.
SONE CXXV (125)
Anlı şanlı yaşadım, bir alay süs, şatafat;
Dış varlığa bu kadar özenmek neye yarar?
Sonsuzluğa erişmek için bunca temel at,
Hepsi de çöküp gider, kısacık yaşamı var.
Az mı gördük, ikbalde tantanayla yaşarken
Nimetlerin bedeli yüzünden kimler bitti;
Yalın zevki bırakıp debdebeye koşarken
Zavallı eyyamcılar okka altına gitti.
Bense senin gönlünde yaltaklanırım sana,
Al şu armağanımı, yoksul ama yürekten;
Düzmece, düşük şeyler karışmamıştır ona,
İşte değiştokuş bu: sana karşılık sırf ben.
Vazgeç iftiralardan, özentileri bırak,
Hep kara çalsalar da gerçek ruh kalır ak pak.
SONE CXVIII (128)
Sen benim musikimsin, o güzelim ellerin
Kutlu tahta tuşlarda nağmeler yaratınca
Ve coşup durmasıyla ahenk dolu tellerin
Can kulağıma o hoş ezgiler can katınca,
Çevik sıçrayışlarla yumuşacık avcunu
Öpüp duran o tuşlar beni kıskandırıyor,
Zavallı dudaklarım hasat sanıyor bunu,
Tahtadaki cürete bakıp duruyor mosmor.
Ne eşsiz zevk: dans eden tuşlar gibi olmayı
Özlemek, parmakların dolaşırken kayarak
O tuşların üstünde coşmak, cansız tahtayı
Yaşayan dudaklardan daha çok kutsayarak.
Arsız tuşlar sevinsin: uzat parmaklarını
Ve öpeyim diye ver bana dudaklarını.
SONE CXXXI (131)
Sen şu hâlinle tam bir zorbasın: nasıl zalim
Olursa güzellikle övünüp şişinenler…
İyi bilirsin, benim aşk düşkünü yüreğim
İçin sensin en güzel, en değerli mücevher.
Ama seni görenler içtenlikle diyor ki:
Sevgiye ah dedirtmek gücünden yüzün yoksun.
Yanılıyorlar demek öyle zor geliyor ki
Bunu yalnız kendime söylüyorum, ant olsun.
Elbet yemin ediyor değilim yalan yere:
Yüzünü düşününce bin inilti art arda
Gelip tanık oluyor söylediğim sözlere:
Senin karan en güzel kara benim kafamda.
Yaptıkların bir yana, hiç kara değilsin sen:
Sanırım, sana kara çalmaları bu yüzden.
SONE CXXXIV (134)
İyi anlıyorum: o, senin oldu bu sefer.
Arzuna boyun eğdim adayarak kendimi.
Vazgeçerim kendimden, yeter, bana geri ver
Öteki benliğimi, dirlik düzenliğimi.
Ne sen buna razısın, ne o özgür kalmaya,
Çünkü sen aç gözlüsün, onun tertemiz kalbi;
Benim için kefalet belgesini yazdı ya,
O da sana sımsıkı bağlandı benim gibi.
Güzelliğin alıyor hakkı olan kazancı;
Tefecisin, faizin alıp son kuruşunu,
Benim borcum için o dosttan oldun davacı,
Ben kötüye kullanıp yitirmiş oldum onu.
Ben dostumu yitirdim; senindir hem o, hem ben,
Kurtulmadım ben hâlâ, o borcu ödemişken.
SONE CXXIII (123)
Hiç övünme, Zaman, sen değiştirmedin beni.
Tazelenen gücünle yarattığın ehramlar,
Bence ne şaşılacak yapılar, ne de yeni;
Eski ağızlardaki yeni taam, o kadar.
Ömrümüz kısacıktır: biz o yüzden hayranız
Önümüze eskidir diye serdiklerine;
Tam gönlümüze göre yaratılmış sanırız
Dillere destan olmuş gibi görmek yerine.
Defterlerinle sana meydan okurum işte:
Bugüne de düne de ben asla kalmam hayran,
Kayıtların yalandır, gördüklerimiz sahte:
Büyürler, küçülürler hep senin koşuşmandan.
Ant içiyorum ve bu anttan dönmeyeceğim:
Tırpanına ve sana rağmen sürecek sevgim.
SONE CXXVI (126) [1]
Hey oğul, güzel oğul, avucunda kıskıvrak:
Vaktin dönek aynası, bir de saatli orak.
Sen ay gibi büyürken, serpilip gelişirken
Hepten çökmüş görünür kim varsa seni seven.
Yıkımlara egemen olan Doğa tanrıça
Seni geri çekiyor sen hızla yol aldıkça:
Amacı, hünerini sende kanıtlayarak
Zamanı rezil etmek, sefil anlara kıymak.
Şimdi gözbebeğisin, ama kork ondan, çünki
Tuttuğu hazine sonsuz onun olmaz ki.
Ertelese de er geç hesabı kapanacak:
Yapacağı ödeme sen olacaksın ancak.
SONE CXXIX (129)
Acıkan kösnü, ruhu yıkıp geçer boşuna
Utanç mezbelesinde; zevk alıncaya kadar
Yalancıdır, kalleştir, susar kana ve cana,
Azgın ve korkusuzdur; haindir, sert ve gaddar,
Ama keyif sürünce birdenbire tiksinir:
Delice istediği, öksesine girdi mi
Nefret eder delice: sanki yutmuş gibidir
Yutanları çıldırtsın diye konulmuş yemi;
Hem kovalarken çılgın, hem ele geçirince,
Delirir elde etti, edecek diye güya,
Yaşanırken mutlu da, üzgün sona erince,
İlkin sevince çağrı, sonra bomboş bir rüya.
Ne tuhaf ki dünyada bunları bilenler çok;
Cehenneme götüren cennetten hiç kaçan yok.
SONE CXXXII (132)
Vurgunum gözlerine, o gözler acır bana:
Bilirler, yüreğin hor görüp işkence eder;
Seven yaslılar gibi kara çekmiş sırtına,
Kıvranışımı özlü bir şefkatle süzerler.
Sabahleyin göklerde ışıyan güneş bile
Yaraşamaz Doğunun soluk yanaklarına,
Akşama yol gösteren gür yıldız, görkemiyle
Böyle ışık saçmaz loş Batının yarısına:
Yaşlı gözlerin daha çok yaraşır yüzüne.
Bana da bir pay ayır yüreğindeki yastan:
Seni yas daha güzel gösterir ele güne;
İşte acıma duygun sana biçilmiş kaftan.
“Güzel ancak karadır,” diye yemin ederim,
Senin renginden yoksun olan çirkindir derim.
SONE CXXXV (135)
Kadın ne arzu etse sende de o murat var,
O murat bütünüyle senindir, var gücüyle;
Benim bol bol yaptığım, dertlerine dert katar,
Senin tatlı kösnünü ben artırırım böyle.
Sende bir murat var ki, sere serpe, koskoca:
Meramıma varayım, bırak, bir kez girerek;
Başkaları amaca ulaşırken kolayca,
İtilsin de sönük mü kalsın bendeki erek?
Deniz baştan başa su, ama çeker içine
Yağmuru, bolluğuna bolluk getirir kat kat.
Sen şehvet zenginisin, şehveti çoğalt yine,
Benimkini de alıp muradına murat kat.
Acımasızca itip kıyma taliplerine:
Hepsini bir kişi say, beni de koy içine.