SONE 46 - 60

Eserin Adı: Soneler
Yazar: William Shakespeare
Çeviren: Talât Sait Halman

SONE XLVI (46)

Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye
Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden:
Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,
Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden.
Gönlüm bildirir senin orada yattığını
Öyle bir hücrede ki giremez billur gözler;
Gözüm inkâra kalkar gönlün anlattığını,
Güzel yüzünün ona sığındığını söyler.
Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır
Düşünceler kurulu: soruşturur, hakçası
Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır
Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası:
Senin dış güzelliğin olur gözümün payı,
Gönlüm kazanır aşkın gönlündeki dünyayı.

SONE XLIX (49)

O gün gelsin, hazırım; er geç gelirse o gün
Kusurlarıma bakıp kaşını çatacaksın,
Aşkının değerine ters düşecek gördüğün,
Bu uyuşmaz hesabı silip kapatacaksın.
O gün gelsin, hazırım; el gibi geçersin ya,
O güneş gözlerinle, selam bile vermeden;
Aşk bürünmüştür artık bambaşka bir kılığa,
Asık suratın için bulursun birçok neden.
O gün gelsin, hazırım, alıştırdım kendimi:
Değerim, hakkım budur diyerek bile bile,
Kendime karşı tanık, kaldırırım elimi
Ve savunurum senin haklı özrünü şöyle:
Zavallı ben’i bırak, yasalar senden yana,
Gerekçe gösteremem bana sevgi duymana.

SONE LII (52)

Nasıl açar da kutsal anahtarıyla zengin,
Kucaklaşırsa cânım kitli hazinesiyle,
Seyrek tadılan zevkin körlenmemesi için
Nasıl denetlemezse her saat – ben de öyle…
İşte bunlar en mutlu, en şanlı şölenlerdir:
Arada bir gelirler upuzun yıl boyunca;
Paha biçilmez taşlar, seyrek dizilenlerdir,
Ayrık mücevherlerdir görkem verenler taca.
Zaman, mücevher kutum gibi basar bağrına
Ya da giysi dolabım gibi saklar da seni,
Eşsiz kutsallık versin diye eşsiz bir an’a
Gözler önüne serer tutuklu görkemini.
Erdemlerin sonsuzdur, varlığın gür ve kutlu:
Sana ermek zaferdir, sensizlik umut dolu.

SONE LV (55)

Ne yaldızlı hükümdar anıtları, ne mermer
Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar;
Seni pasaklı Zaman pis bir mezara gömer,
Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar.
Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri,
Çökertir boğuşanlar yapı demez, sur demez,
Ama Mars’ın kılıcı, cengin ateş selleri
Şiirimde yaşayan anını yok edemez.
Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana
Karşı koyacaksın sen; yeryüzünü mahşere
Yaklaştıran çağların gözünde bile sana
Bir yer var övgüm seni çıkardıkça göklere.
Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde,
Yaşarsın şiirimle sevenlerin gönlünde.

SONE LVIII (58)

Tanrı beni ilk başta sana kul yaptı, sonra
Keyfine el koymayı kurmamı yasak etti,
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara:
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer.
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.

SONE XLVII (47)

Anlaşıp birleştiler benim gözümle gönlüm,
Karşılıklı iyilik yaparlar, gerek varsa:
Bir bakışa acıkıp azap çekerse gözüm
Ya da seven kalbimi hıçkırıklar boğarsa.
Gözlerim, sevgilimin resim şölenindedir,
Gönlümü çağırırlar renklerin cümbüşüne;
Gözlerim de gönlüme konuktur arada bir
Ve candan ortak olur bu sevdanın düşüne.
Ya resminle bendesin ya benim aşkımla, bak,
Sen hep can evimdesin uzaklara gitsen de,
Kalamazsın bendeki düşüncelerden uzak,
Ben hep onlardayım ya, onlar her zaman sende.
Onlar uyusalar da resmin işte karşımda,
Gözü gönlü uyutmaz, şölen yapar canımda.

SONE L (50)

Yola koyuldum ama, ilerlemek ne de zor;
Şu yorucu yol var ya, ben sonuna vararak
Rahata kavuşmayı umarken, şöyle diyor:
“Sen ne kadar gidersen dostun o kadar ırak.”
Beni götüren hayvan, üzüntümün yorgunu,
Güç bela yürür benim dert yükümü taşırken;
Zavallı, bir sezgiyle öğrenmiş sanki şunu:
Binicisi hız sevmez senden uzaklaşırken.
Kanlı mahmuzum bile onu öne süremez
Sağrısını öfkeyle bazen dürtükleyince;
Yalnızca inilder de, başka yanıt veremez,
O, derisini deşen mahmuzdan keskin bence.
Çünkü o inleyişten şu doğuyor kafamda:
Benim derdim önümde, sevincimse arkamda.

SONE LIII (53)

Sen neden yapılmışsın, varlığının özü ne?
Sayısız garip gölge, el pençe divan sana.
Herkes tek bir kez yansır, herkeste tek bir gölge;
Tek olan senden düşer her gölge dört bir yana.
Besbelli, sana desem gel, Adonis’i anlat:
O senin sahte resmin, salt kötü bir taklidin…
Helena’nın yüzünde her güzellik bir sanat
Ve sen Yunan giysili bir yeni şahesersin.
Dile getir ilkyazı, hasadın bolluğunu,
Sendeki güzelliğin gölgesi olur biri,
Öteki ispat eder ne cömert olduğunu–
Ve biz sende buluruz tüm kutsal biçimleri.
Senden bir payı vardır tüm dış güzelliklerin;
Gönül sadakatinde yoktur eşin, benzerin.

SONE LVI (56)

Tatlı sevgi, gücünü tazele de iştahın
Körlendi demesinler bıçak çekmeden önce;
Öyle ya, bugün doyup yatışsa bile yarın
Bulur eski gücünü yeniden bilenince.
Sen de öyle ol, sevgi: bugün aç gözlerini
Tıka basa doyur da sımsıkı kapat, ama
İyice görmek için, yarın aç gözlerini:
Sonsuz duygusuzlukla aşkın ruhuna kıyma.
Bu acıklı ayrılık, diyelim ki bir umman,
Böler yaman gücüyle bir sahili ikiye.
Her gün iki nişanlı gelir, sevgi o zaman
Dönmüştür: sevinirler kıyı şenlendi diye.
Ya da ayrılık kıştır, nice üzüntü dolu,
Onun için dört gözle beklenir yazın yolu.

SONE LIX (59)

Yeni hiçbir şey yoksa, yalnız eskiler varsa
Demek ki beynimize oynanan bir oyun var,
Yaşamış bir çocuğu doğurmaya kalkarsa
Yaratma çabasıyla sancılanarak tekrar!
Ah, şu eski defterler bir dönüp baksa geri,
Güneşin beş yüz kere dönüşünden de önce,
Göstersin eski kitap sendeki imgeleri
İlkin nasıl yazıya döküldüyse düşünce.
Acaba eski dünya neler demiş, görelim,
Sendeki görmelere değer güzelliklere;
Onlar mı üstün, biz mi, bu işin ustası kim,
Yoksa dönüp dolaşıp geldik mi aynı yere?
Hiç kuşkum yok: Geçmişte, ne sivri akıllılar
Senden değersizlere övgüler yağdırdılar.

SONE XLVIII (48)

Nasıl da özenmiştim yola çıkmadan önce:
Değersiz her malımı mahzene kapatarak,
Tam bıraktığım gibi bulmak için dönünce,
En güvenli yerlerde, hınzır ellerden uzak.
Mücevherlerim senin yanında çerden çöpten:
Sen eşsiz huzurumdun, şimdi yas olacaksın;
Sen ki canlar canısın, derdim günümsün hepten,
En adi hırsızların elinde oyuncaksın.
Ben sandığa koymadım, kilitlemedim seni;
Yoksan bile ordasın diye bildiğim yere,
Can evime usulca sokup gizledim seni,
Girip çıkasın diye kendi keyfine göre.
Seni çalarlar ordan bile, işte korkum bu:
Böyle değerli ödül, hırsız eder namusu.

SONE LI (51)

Bineğimin suçunu hoş görebilir sevgim:
Yavaş gitti ben hızla uzaklaşırken senden.
Senin olduğun yerden niçin koşup gideyim?
Dönünceye dek, koşu tutturmaya yok neden.
Ah, zavallı hayvanım ne özür bulur böyle,
Hızların en yamanı bana yavaş görünür;
Ben üzengi vururum rüzgâra binsem bile,
Kanatlanıp uçarım, başka her hız sürünür.
Aşık atamaz hiçbir at arzumla o zaman,
Çünkü arzu en güçlü aşktan doğan yaratı,
Kişner –külçe et değil– ateşli bir küheylan;
Aşka karşılık sevgi, hoş görür bitkin atı.
Senden uzaklaşırken kasten yavaş gitti ya,
Ben sana koşup onu bırakacağım yaya.

SONE LIV (54)

Ah, güzellik nasıl da doğruluğun kattığı
Cânım süslerle kat kat güzelliğe bürünür!
Gül, alımlıdır ama, bağrında yaşattığı
Tatlı kokuyla bize çok daha hoş görünür.
Yaban güllerinin de, büyülü kokularda
Görkeme ermiş güller kadar koyudur rengi;
Onlar da dikenlidir: yaz soluğu açar da
Konca peçelerini, oynarlar dört kol çengi.
Ama dış görünüştür onların tek erdemi,
Yaşarlar okşanmadan; gözlerden ırak solar,
Yapayalnız ölürler. Cânım güller öyle mi:
Tatlı ölümlerinden varlığa ıtır dolar.
Sevgi dolu güzel genç, sen solup gittiğinde
Şiirlerimde yaşar senin öz gerçeğin de.

SONE LVII (57)

Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir,
Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna;
Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir
Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna.
Senin için, sultanım, saatleri gözlerken
Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere,
Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken
Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere;
Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım
Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler;
Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım,
Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler.
Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda,
Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.

SONE LX (60)

Dinen dalgalar gibi kayalık kıyılarda
Sonlarına koşuşur ömrümüzün anları,
Hızla yuvarlanırlar çırpınarak art arda
Tutmak istercesine öne atılanları.
Doğan varlık aydınlık günlere erer ermez
Olgunluğa ilerler, tam kıvamını bulur,
Ama şom karaltılar şanına aman vermez,
Zaman, armağanını yok etmeye koyulur.
Gençliğe vergi olan süsü Zaman didikler,
Derin çizgiler kazar güzelliğin alnına,
En gözde varlıkları canavarlar gibi yer,
Kimse karşı duramaz amansız tırpanına;
Ama o gaddar ele rağmen, seni över de
Dimdik durur şiirim umut dolu günlerde.