SONE 61 - 75

Eserin Adı: Soneler
Yazar: William Shakespeare
Çeviren: Talât Sait Halman

SONE LXI (61)

Ağır gözkapaklarım, yorgun gece içinde
Hayalinle apaçık kalsın, dileğin bu mu?
Sana benzer gölgeler, gözümle eğlensin de
Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu?
Gönderdiğin, ruhun mu can evinden uzağa
İşlerime göz kulak olsun, düşürsün diye
Aylak saatlerimi, utancımı tuzağa:
Hasedine, kuşkuna yardakçılık etmeye?
Hayır, sevgin çoksa da büyük değil o kadar,
Benim kendi aşkımdır vermeyen uyku durak,
İşte öz sevgim, dirlik düzenliğimi bozar
Senin uğruna bana hep nöbet tutturarak.
Ben bekçinim, sen başka yerlerde uyanıksın:
Benden uzaksın, sana başkaları çok yakın.

SONE LXIV (64)

Gördüm anıtlarını nice görkemli çağın
Zamanın zalim eli yıkıp etmiş yerle bir,
Başları göğe değen kuleler darmadağın
Ve sonsuz tunç ölümün gazabına köledir;
Gördüm obur okyanus yenilgiye uğratmış
Keyfince hüküm süren heybetli kıyıları
Ve sert toprak kendine koca ummanı katmış,
Zarar kârı artırmış, kâr büyütmüş zararı;
Gördüm her şey bozulur, sonsuz sürüp gidemez,
En sağlam devlet bile günün birinde çürür,
Yıkımlar düşündürdü beni ister istemez:
Er geç sevgilimi de Zaman alıp götürür.
Bana ölüm gibidir yitmesinden korkarak
Hiçbir şey yapamayıp varlığına ağlamak.

SONE LXVII (67)

Ah, neden yaşar sanki sevgilim illetlerle?
Varlığıyla şenlenir imansızlar bölüğü…
Günahın ekmeğine neden yağ sürer böyle
Süsleyip püsleyerek kol gezen kötülüğü?
Niçin sahte boyalar yüzünü taklit eder,
Canlı renginden ölü görüntüler aşırır
Ve zavallı güzellik zar zor peşinden gider
Yapma güllerin – oysa tek gerçek gül ondadır.
Sevgilim niçin yaşar iflas etmişken Doğa,
Dinmişken yüze kan ve renk veren dinç damarlar?
Doğa kavuşmuyor ki ondan başka kaynağa,
Dün övündüğü kimler vardı, bugün bir o var.
Bu kötü çağdan önce çok zengin olduğunu
Göstermek için Doğa bağrına basar onu.

SONE LXX (70)

Sana kara çaldılar, senin suçun değil bu:
İftira, hep iyiyi, doğruyu hedef bilir;
Güzelliğe takılan bir süs gibidir kuşku,
Karga, gökteki en hoş havalara yönelir.
İyi olursan sana değer katar iftira,
Çağının sevgisini kazanırsın üstelik;
Kurt gibi diş geçirir kötülük koncalara,
İştah açar sendeki saf, lekesiz körpelik.
Artık ardında kaldı gençliğinin tuzağı:
Ayağını denk aldın, yenik düşüremedi;
Ama belli övgünün sonsuz olmayacağı,
Zincire vuramaz ki şiddetlenen hasedi.
Kötülüğün lekesi maske olmasa sana
Yüreklerin sultanı olurdun tek başına.

SONE LXXIII (73)

Bak, göreceksin bende başladığını güzün:
Ayaza karşı titrer dallardaki yapraklar,
Sararır, tek tük kalır, düşerler bütün bütün;
Kuş sesleri kesilmiş, yıkık boş tapınaklar.
Bak, göreceksin bende alacakaranlığı:
Nasıl güneş batıdan solgun solgun gidince
Kefen örten eliyle ezerse her ışığı
Ölümün kan kardeşi kapkara çirkin gece.
Bak, göreceksin bende ateşin korları var:
Genç ve dinç günlerinden kalma küller üstünde
Ölüm döşeğindeymiş gibi fersiz yatarlar;
Eceline ermiştir ateş kendi gücünde.
Senin bunları görmen artıracak sevgini,
Ayrılık yakın diye çok seveceksin beni.

SONE LXII (62)

Kendime aşk duymanın günahıyla dopdolu
Gözlerim ve yüreğim, varlığımın her yeri;
Yoktur ki bu günahtan kurtulmanın bir yolu:
Can evime sımsıkı sarılmıştır kökleri.
Hoş değildir kimsenin yüzü benimki kadar,
Benden yakışıklısı, benden vefalısı yok;
Ölçüp biçiyorum da, bende ne değerler var.
Ben herkesten üstünüm, her bakımdan, hem de çok.
Ama gerçek yüzümü aynada görür görmez
Pörsümüş, benzim uçuk, şerha şerha ve köhne,
Kendime duyduğum aşk, ters düşer bana bu kez:
Kötü şeymiş insanın aşk duyması kendine.
Sensin öbür benliğim, varlığımda övdüğüm,
Yaşımı gençliğinle, güzelliğinle örttüm.

SONE LXV (65)

Ne tunç ne taş ne toprak ne de sonsuz denizler
Acıklı faniliğe karşı koyamazlarken,
Nasıl bu kör öfkeyle güzellik cenge girer
Çabasında en fazla bir çiçek gücü varken?
Ah, nasıl göğüs gersin yazın tatlı rüzgârı
Azgın günler dört yandan üstüne yürüdükçe,
Bozguna uğrattıkça yenilmez kayaları,
Çelik kapılar bile Zamanla çürüdükçe?
Ne korkunç bir düşünce: Ah, nerde saklı dursun
Çağların mücevheri Çağların sandığından?
Bir zorlu el var mı ki bu koşuyu durdursun?
Güzellik yağmasını kim esirgesin ondan?
Yok hiçbiri, meğerki bu mucize sürsün de
Sevdiğim ışıldasın kara yazı üstünde.

SONE LXVIII (68)

Yanakları, eskiyi gösteren bir harita:
Güzellik, doğal yaşar, ölürdü çiçek gibi.
Bugünün süsü püsü, piç izleri doğup da
Olmamıştı yaşayan alınların sahibi;
Ölülerin saçına konan altın örgüyle
Gömütün kutsal hakkı kırpılmazdı o zaman,
Yeni yaşam bulmazdı ikinci başta böyle;
Güzel, ölü duvakla kimseye vermezdi şan.
Onda yaşar bu kutsal saatleri geçmişin:
Sevgilim allı pullu değil, özbeöz, berrak;
Kimseden yeşil almaz kendi ilkyazı için,
Göz boyamağa kalkmaz eskileri soyarak,
Doğa saklıyor onu – harita, hazinedir:
Düzmece Sanat görsün eski güzellik nedir.

SONE LXXI (71)

Yas tutmaya kalkışma ecel beni aldı mı,
Nobran ve mendebur çan bildirdi mi bir kere
Bu iğrenç yeryüzünden kaçıp sığındığımı
Bana koynunu açan en iğrenç böceklere:
Bunları okuyunca yazanı anma derim;
Çünkü öyle sonsuzca seviyorum ki seni
Tatlı anılarında unutulmak isterim
Acı çektirecekse sana düşünmek beni.
Ah ben düştükten sonra bağrına toprakların
Göz atacak olursan bu şiirlere bir gün,
Söylemesin zavallı adımı dudakların,
Hayatımla birlikte bırak sevgin çürüsün;
Yoksa şu kurnaz dünya deşer de iniltini,
Benim için yas tuttun diye hor görür seni.

SONE LXXIV (74)

Üzüntüye kapılma: zalim ecel kıskıvrak
Tutup atınca beni kefaletsiz bir zindana,
Yine de şiirlerim dünyada yaşayarak
Varlığımı sürdüren bir anıt olur sana.
Şiirimi okursan göreceksin demektir,
Bu kutsal armağanı sana bırakıyorum:
Toprak, kopup geldiği toprağa dönecektir,
Ama sendedir gerçek varlığım olan ruhum:
Öyleyse yitirdiğin, canın posası ancak,
Solucanların avı, ecel kölesi beden,
Hınzırın bıçağına boyun eğen bir korkak;
Öyle alçak ki onu hiç anmamalısın sen.
Bedenimin değeri, ruhun kabı olmaktır,
Ruhunki ise sende şiirimle kalmaktır.

SONE LXIII (63)

Bumburuşuk yapacak, ezecek sevgilimi
Zamanın gaddar eli nasıl beni yıktıysa;
Günler kanını emip alnına işledi mi
Kırışıklar bir kere; gençlik tanı çıktıysa
Yaşlılık gecesinin karanlık yokuşunu,
Hükümdarı olduğu güzellikler kaçışır,
Gözden ırak olarak yalnız bırakır onu,
Bahar hazinesini çalıp yokluğa taşır;
Kaygım, bütün gücümle karşılamak o çağı:
Gözlerden gönüllerden yok edemesin diye
Yaşlılığın amansız öldürücü bıçağı
Tatlı güzelliğini – kıysa da sevgiliye:
Kara satırlarımda gözler yüzünü görsün,
Şiirim yaşadıkça taptaze ömür sürsün.

SONE LXVI (66)

Bıktım artık dünyadan, bari ölüp kurtulsam:
Bakın, gönlü ganiler sokakta dileniyor.
İşte kırtıpillerde bir süs, bir giyim kuşam,
İşte en temiz inanç, kalleşçe çiğneniyor,
İşte utanmazlıkla post kapmış yaldızlı şan,
İşte zorla satmışlar kızoğlankız namusu,
İşte gadre uğradı dört başı mamur olan,
İşte kuvvet kör topal, devrilmiş boyu bosu,
İşte zorba, sanatın ağzına tıkaç tıkmış.
İşte hüküm sürüyor çılgınlık bilgiçlikle,
İşte en saf gerçeğin adı saflığa çıkmış,
İşte kötü bey olmuş, iyi kötüye köle;
Bıktım artık dünyadan, ben kalıcı değilim,
Gel gör ki ölüp gitsem yalnız kalır sevgilim.

SONE LXIX (69)

Dünyanın gözündedir sendeki bunca değer,
Daha güzel yapamaz onları akıl, yürek;
Ruhların sesi olan tüm diller seni över,
Düşmanlardan da övgü alır bu çıplak gerçek.
Baş tacı edilirken dış varlığın dışardan,
Diller senin hakkını sana verirken önce,
Vazgeçerler övgüden, şatafatlı laflardan
Gözün gösterdiğinden ötesini görünce.
Senin can evindeki güzelliğe göz atar
Ve yaptığın işlerle kıyaslarlar da onu,
Gözleri iyi ama, bu görgüsüzler katar
Güzelim çiçeğine iğrenç ot kokusunu.
Ama yakışmıyorsa kokun görünüşüne:
Nedeni, orta malı olmandır ele güne.

SONE LXXII (72)

Ah, ben ölünce neler söyletecekler sana:
Ne buldun diyecekler, onun nesini sevdin?
İyisi mi, sevgilim, sen hepten yan çiz bana,
Zaten bende ne arar senin değer dediğin.
Meğerki uydurduğun erdemli yalanlarla
Hiç layık olmadığım şeyler yakıştırasın,
Cimri gerçeğin vermek istediğinden fazla
Bu ölüye, ardından, övgüler yağdırasın.
Ah, belki gerçek sevgin görünür diye sahte,
İstemem aşk uğruna yalancıktan övmeni;
Adımı da gömsünler cesedimle birlikte–
Yaşamasın; ne beni utandırsın, ne seni.
Utanıyorum işte bunlara yol açmaktan;
Hiç değer taşımayan şeylerden sen de utan.

SONE LXXV (75)

Aklım için sen o’sun, can için neyse besi,
Yağmur neyse toprağa en sevimli mevsimde;
Nasılsa bir cimrinin servetle cenk etmesi
Senden huzur sağlamak için benim cengim de.
Hazinesi benimdir diye tam sevinirken
Ya hırsız çağ, çalarsa diye irkiliyorum;
En iyisi seninle baş başa kalmak derken,
Dünya zevkimi görsün daha iyi diyorum.
Bazen seni seyretmek, bana cennetten taam,
Bazen de acıkırım senin tek bakışına;
Başka sevincim yoktur, başka sevinç aramam,
Yeter senin verdiğin, vereceklerin bana.
Günden güne ya aç kal, ya tıka basa ye, iç:
Kısmetime, yiyorum ne bulursam, ya da hiç.